Monthly Archives: Eylül 2013

Büyüklere yaralar küçüklere oyunlar

Çocuk akşam yemeği saatinde eve atmıştı kendini, anne kapıyı açınca gözüne dizde açılmış yeni bir yara çarpmıştı. Yine top peşinde kendini paralamıştı anlaşılan asfaltların üzerinde. Hatta kendini o kadar kaptırmıştı ki eve gelen babasını bile görmemişti. Çocuk doğru banyoya gitti. Üstündekileri çıkardı, şort ve iç çamaşırı umursamazca attı kirli sepetine. Sıra hayatındaki ilk aşkı olan takımının formasına geldi. Çıkardı üzerinden sırtında 8 yazıyordu. herkes 10’a hastayken o 8’in meraklısı garip bir çocuktu. Formaya hakettiği kıymeti göstermek için özenle katlayarak koydu diğer kirlilerin üzerine. Duştan çıktığında baba bekliyordu elinde oksijenli su ve pamukla. İşte en nefret edilen an geliyordu, neymiş efendim yara mikrop kapmamalıymış. Zaten kapmaz ki üzerinde kabuğu var, değer mi o yangına şimdi…

Hiç mutsuz olmazdı yaralarından, baktıkça aklına yaptığı maçlar gelirdi. Sonra bir süre sonra da yarayla oynama zamanı gelirdi. Kabuk bir iki güne kuruyup sertleşince, kabuğu deriden sökme oyunu başlardı. Eğer yeniden yarayı kanatmadan koparırsa oyunu kazanır, yoksa da kaybeder yeni kabuğun kurumasını beklerdi rövanş için… Her seferinde oyunun bir diğer önemli kuralı daha vardı, anne ve babaya yakalanmamak. Onlar “oynama şu yaralarınla izi kalacak” derlerse, kar yağan futbol maçı gibi olurdu oyun. Yarıda kalır, bir sonraki uygun zamana ertelenirdi.

Bir yaranın izi nasıl kalırdı ki? Bunu da hiç anlamazdı. Yıllarca o düştü, yaralar oluştu, kopardı ama hiç iz kalmadı. Neden büyükler bu kadar hassastı ki yaralar konusunda? Hem izi kalsa nolurdu ki? O izler kendisi için gurur kaynağıydı; “mahallenin maçlara alınanlarındanım” nişanıydı.

Sokak futbolu

 

 

 

 

 

 

 

Çocuğun yaşı ilerledi kalpte ve ruhta açılan yaralarla tanıştı. Bunları kimse görmüyordu, kabukları koparılamıyordu, oyuna dönüştürülemiyordu. Ama bunlar da tecrübenin görünmez nişanıydı, hayat bunu insan istemesede takıyordu bedeninin altında görünmez bir yere. Çocukluğunda pek bilmezdi bu yaraları, sanırım hayat denen şeyi çok umursamadığı içindi. Keşke hep de öyle kalsaydı; saf, beklentileri kolay, samimi, çıkarsız, en ufak şeyle mutlu, kaygısız, tasasız…

Belki artık büyümüştü ama hala anlamamıştı kabuğuyla oyunlar oynanabilen yaralardan korkan büyükleri. Ya çocuklarının güzelliği, ya kendi güzellikleri, ya da sağlık korkusuydu belki neden. Oysa kimsenin pek de umrunda olmaz özüne değer verdiği birinde göreceği yara izi ya da kimse ölmez kabuk bağlayan bir yaradan. Gereksiz saçma kaygılardı bunlar ona göre. Bu yüzdendir belki çocuğuna hiç “oynama yaranla” dememişti, her seferinde kabuğu kopardığında yara yeniden kanarsa “maçı kaybettin” diye alay eder ve içinden “umarım sadece kabuğuyla oyun oynayabildiğin yaraların” olur derdi hep…

 

Categories: Kalfadan öyküler | Yorum bırakın

WordPress.com'da Blog Oluşturun.