Uzunca süre saçma bulduğumdan gitmemek için kaçtığım ama 2 sene önce başka şans kalmayınca zorunlu gittiğim asker ocağında bir er gördüm. Komutanının dediği bir söze tepkisini “Biji Komutanım!” diye veriyor. Öyle plaza İngilizcesi kullananlar gibi, “ben bu dili biliyorum” artistliğiyle falan da değil Türkçesi kafi gelmiyor o anda “Helal olsun komutanım!” ya da “Adamsın komutanım!” gibi bir sevgi, takdir, beğeni karışımı hissini dile getirmeye.
Çocuk 20’lerinde kalkmış gelmiş Güneydoğu Anadolu’nun Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci sınıf vatandaş muamelesi yaptığı, siyasilerin oy istemeye gitmeye bile çekindiği ve hatta seçim döneminde bile unuttuğu, zorunlu hizmet olarak doktorların veya öğretmenlerin bile gitmediği köşelerinden birinden. Şimdi bu çocuk “Biji” diye bağırıyorsa suç onun mu? Ya da bu çocuk beyni yıkanıp dağa çıktıysa suç onun mu? Çocuğun içinde terör örgütü sempatisi yok değil ama işte beyni yeterince yıkanmamış olacak ki hasbel kader “Biji Apo” demek yerine “Biji Komutanım” diyor. Sonra ilerleyen günlerde konuşurken anlatıyor “askerlik bitsin bizim köyden ayrılacağım gidip sizin oralarda iş bulacağım, bizim orada hiçbir şey yok. Ya dağa çıkacaksın ya da göçeceksin ki karnın adam gibi doysun”.
Seçilmiş kabus…
Sonra aradan birkaç hafta geçiyor, atış talim zamanı geliyor. Elimde ilk hafta bana zimmetlenmiş tüfek. Her hafta temizliyoruz, bakım yapıyoruz. Neden kullanacağımız zaman çalışsın diye… Sonuç? Atış taliminde elime aldığım 3 tüfek de bozuk çıkıyor ve ben başka bir arkadaşımın tüfeğiyle atış atıyorum. Bu arada yanlış olmasın bu tüfekler benden önceki kullanımda çalışması gerektiği yerde çalışıyor ama işte her işimiz gibi o da “Allah umuduna”… Gerektiği anda çalışırsa sıkarsın… Bu tüfeklerle dağlara gençleri gençlerin üstüne yolluyoruz. Sonra ölüyorlar, şehit oluyorlar… Yine atış talimindeyiz, komutan “sık” emri veriyor. 50 metre ötede cansız hedefler var, yerde sıralı 8-10 askeriz atış yapmaya hazırız. Emir geliyor 20 saniye sessizlik, kimse cesaret edemiyor o tetiğe basmaya sonra birbiri ardına kurşunlar atılıyor. %50’yle başarılı şekilde hedefi vurmuşsanız ağa da sizsiniz paşa da sizsiniz. Bu gençleri yolluyoruz dağlara gençlerin üstüne yolluyoruz. Sonra ölüyorlar, şehit oluyorlar…
O yüzden askerlik görüp geçirince insan pek şaşırmıyor şehit haberlerine, ne olacaktı ki başka. Silah bozuk, asker “insan” asker “eğitimsiz”… Yönetenleri biz seçiyoruz, onlar da bu askerlerin sonunu seçiyor. Kısacası ülkece seçilmiş kabusu yaşıyoruz, aileler evlatlarını, kadınlar eşlerini ve sevgililerini, çocuklar babalarını kaybediyorlar… Ya da biz yönetenin istediğini seçmiyoruz diye yöneten bize yazdığı senaryoya istinaden o insanların sonunu seçiyor… Her türlü seçimler var, ve sonunda bu ülkenin “kaderinde” olduğundan yaşanan kabuslar var…
Ne de milliyetçiyiz değil mi?
Şehit haberleri sonrasında herkes çıkıyor televizyona “Ya Allah Bismillah Allah-u Ekber!” nidalarıyla, eller bozkurt şeklinde. Yönetenler çıkıyor “şehit olmak istiyorum!” veya “ne mutlu şehit ailelerine!” diyerek özlü sözler söylüyorlar. Bence bırakalım bu safsataları, yok eğer samimiyseniz hiç kimseyi tutan yok sizde Hakkari, Şırnak vs. gibi bölgelere gidebilirsiniz gönüllü olarak. Tutan yok buyurun işte Halep işte arşın…
Herkesin bedelli askerlik imkanı olsa bu ülkede kendi isteğiyle askere gidecek insan şimdikinin 100’de 1’ini geçmez. Bu ülkede herkesin doğru düzgün iş istihdamı imkanı olsa bu ülkede uzman asker ya da sözleşmeli asker olup silah tutacak insan sayısı şimdikinin 100’de 1’ini geçmez… Ama milliyetçi bir ülkeyiz yerseniz… Ufacık bir torpil ihtimali olan anne baba sarılıyor torpile, “Aman oğlum doğuya gitmesin!” diye. Paranız veya torpiliniz varsa geçin kenara, hiçbiri yoksa alın size eser miktarda “milliyetçilik” gazı buyurun dağlara bayırlara… Ama milliyetçiyiz yerseniz…
Bu ülkenin kodları çok iyi çözülmüş gerçekten. Milliyetçilik ve din gazını alır palalarla masum insanların üzerine yürürüz, tekme tokat bir genci öldürürüz amma ve lakin o gaz olmayınca 1 idmanlı boksöre 13 kişi dalar dayak yeriz. O yüzden de dağda öldürülecek gençler lazım verin milliyetçi gazını sonra ölürlerse ailelerine de dinle kitapla vatan milletle gideriz. Ama bizim çocuklara zeval gelmesin…
Kişi başına düşen yıllık milli gelir bazında Türkiye’nin 70. ili olan, sanayisi olmayan ve çoğunluğu mevsimlik işçilerden oluşan, Milliyetçilik gazını en iyi alan şehirlerden biri olan Osmaniye’nin son 30 küsur günde 8 şehit vererek en fazla acıyı yaşayan şehir olması sizce tesadüf mü… Yoksa tamamen yukarıdaki tablonun yeryüzüne düşmüş hali mi…
Boşa denmiyor “filler tepişirken çimenler eziliyor” diyerek…
Milli maçta çocuk olmak
Hafta sonu Türkiye, Hollanda’yla Konya’da bir maça çıktı. Maç öncesi televizyonlarda bangır bangır bir reklam; “Biz de renk aşkı, futbol sevgisi babadan oğula geçer” diyor, “Hollanda maçına baba oğul gelenlere birer Türkiye Milli Takım forması Coca Cola’dan hediye” diyor… Sonra maç öncesi protokolde bir çocuk başbakanın önünde duruyor. Masum, saf ve hüzünlü bakıyor etrafa… O maça babasıyla gitse bir forması olacaktı babasıyla aynı renkte giyecekleri, maça babasıyla gitse milli takım sevgisini ve futbol aşkını ondan öğrenecekti belki de… Ama o stadda Coca Cola sevinci yaşayan akranlarının aksine Coca Cola sendromu yaşıyordu. Üzerinde babasına kefen olan kamuflaj renklerinde bir tshirt ve hiç tanımadığı adamların gövde gösterisi oldu. Hayatı boyunca reklamlara bile konu olan hisleri yaşayamadan geçecek çocukluğu. Belki de her o malum kareyi gördüğünde içinde fırtınalar kopacak arkasında duran kişinin seçim sonrası bozduğu ya da bozulmasına göz yumduğu barış sürecinin ardından babasını kaybettiğini bilerek…